Mekân kavramı; 1970 lerde tasarımsal prensipler çerçevesi içinde insani boyutunu da kapsayan kavram olarak ortaya çıkmıştır. Tarihi sağlam köklerle bağlı olan “Mekân” kavramı değişik kültürlerde ve coğrafyalarda; renkleriyle dokusuyla ve biçimiyle insanın farklı bir boyutta tasavvur edilmiş halidir. Mimar Kemalettin Bey “Taşa, gönülden bir şey koymazsan heykel olmaz, yapıya tarihin içinden bakmazsan eser olmaz.” sözleriyle mekanın anlamsal değerinin aslında çok derin bağlarla sanatsal bir bakış açışıyla nasıl değerlendirmemiz gerektiğine değinmiştir.
Her yapı iç mimarın çalışma alanıdır, doğduğumuz andan itibaren hayatımızı deneyimlediğimiz yaşam alanları bizde izler bırakır. Algılarımızla oluşan izler mekânlarda yaşadığımız duygularla, mekanın akustiği, rengi, kokusu, şekliyle bir bütün olarak bizde yer algısını oluşturur. İç mimari terimi “Bütün mimari barınaktır, Bütün harika, mimari insanları içeren kucaklayan yücelten ya da ilgi uyandıran mekanların tasarımıdır” Philip Johnson mimari içinde mekânı bu sözlerle tanımlamıştır. Çevre içinde konumlanan mekanı, iç mimar bir sanatçı gibi tasvir eder ve mekan tasarımını estetik, malzeme, renk, ışık açısından bir bütün olarak ele alır, mekânı duyu organlarımızın algılamamıza sunar. Sanatı ve tasarımı içinde barındıran iç mekânı tasarımı aslında geçmişte oluşumuna başlayıp günümüzde de vazgeçilmez bir tasarlama alanı olgusuna dönüşmüştür. İç mimar mekânı her alanıyla ele alarak farklı sitillerde, bireysel beğeniye ve ihtiyaçlara cevap verecek şekilde tasarlar. Estetiğin ve konforun aynı zamanda birden çok fonksiyonel alanlar oluşturması çağımızın gereksinimleri arasında yer almıştır. İç mekânı tasarımı alanında da çok yönlü bakış açısına sahip, sanatsal, estetik, teknik açıdan yetişmiş mesleki yeterliliğe sahip bireyler yetiştirmek büyük önem kazanmıştır.
|